Tıptaki Gelişmeler İslâma Davet Ediyor
20. yüzyılın ikinci yarısından itibaren
hücrenin moleküler yapı ve işleyişindeki mekanizmaların keşfedilmeye
başlanması, hem hastalıkların oluşma sebeplerini hem de sağlığı devam
ettirebilmenin şartlarını daha iyi anlamamıza vesile oldu. Medyada artık ‘tıbbî
başarıların, hızla gelişen ilim ve teknolojinin de yardımıyla hastalıkların
tedavisine ve ortalama ömrün uzamasına büyük katkı sağlayacağı, 21. yüzyıl
insanlarının çok daha sağlıklı olacağı’ yorumları yapılıyordu. Zîrâ yüz yıl
önce en büyük ölüm sebebi olarak bilinen mikrobik hastalıklar, 1930’larda
keşfedilip geliştirilen antibiyotiklerin kullanılmasıyla azaltılmış; toplu
sakatlanmalara ve ölümlere yol açabilecek salgın hastalıkların önü alınmıştı.
Yirminci yüzyılın ilk yarısında Batı’da hayat standardının
yükselmesi, beraberinde yeni hastalıkları getirdi. ‘Modern hayat tarzının yol
açtığı rahatsızlıklar’ şeklinde tarif edilen bu hastalıklar, bütün vücudu
tesiri altına alan metabolik rahatsızlıklar (kanser, kalb-damar hastalıkları,
şeker hastalığı, yüksek tansiyon ve şişmanlık); hareket sistemini bozan
romatizma ve eklem rahatsızlıkları; psikiyatrik hastalıklar (anksiyete, panik
atak, yalnızlık, depresyon); hem ortalama ömrün artışına hem de yaşlanmaya
bağlı ortaya çıkan demans (bunama) ve Alzheimer hastalığı olmak üzere dört
kategoride toplanabilir. Tıbbî sahadaki bütün gelişmelere rağmen, bu
hastalıkların görülme sıklığı artmaya devam etmektedir.
ABD’de her üç erişkinden ikisi; kalb-damar rahatsızlığı,
yüksek tansiyon, şeker ve şişmanlık gibi en az bir kronik (uzun süreli)
hastalıktan muzdariptir. 60 yaşın üzerindeki her yaşlı için de durum aynıdır.
ABD’de ‘iş görememe’ sebeplerinden biri kabul edilen depresyonun görülme
sıklığı % 20’ye yükselmiş, depresyon yaşı da 12’ye kadar düşmüştür. Her iki depresyon
hastasından biri, en az on yıl bu hastalıkla mücadele ettiği hâlde, hiçbir
şekilde tedavi olamamaktadır. Erişkinlerdeki bu hazin tablo, gençler ve
çocuklar arasında da yaygınlaşmaya başlamıştır. Meselâ, ABD’de her beş çocuktan
ikisi aşırı kiloludur. Çocuklarda şeker ve/veya yüksek tansiyon görülme sıklığı
hızla artmaktadır. Benzer durum psikiyatrik hastalıklar için de geçerlidir;
dikkat eksikliği ve hiperaktivite rahatsızlıkları, bugün her üç Amerikalı
çocuktan birinde görülür hâle gelmiştir. Türkiye’de ise, erişkinlerde şişmanlık
nispeti halihazırda % 30 seviyesindedir. Çocukluk çağı psikiyatrik hastalıkları
hızla artmaktadır. Sağlık Bakanlığı’nın 2006 yılı kronik hastalıklar raporuna
göre, ülkemizde 22 milyon kişi yukarıda bahsedilen kronik hastalıklardan en az
birinden muzdariptir.
Tedavi edici hekimlikteki gelişmelere rağmen, dünya
genelinde sözü edilen hastalıklardaki artışın önüne geçilememekte ve ülkelerin
sağlık harcamaları her geçen gün artmaktadır. Bu durumdan en fazla ABD
toplumunun müteessir olduğu görülmekte; ancak söz konusu hastalıkların tedavisi
için kayda değer bir çözüm de henüz ufukta gözükmemektedir.
Sağlığı koruyabilmek, kronik hastalıkların tedavisinden
daha mühimdir. Koruyucu hekimlik alanında her yıl yayımlanan binlerce çalışma,
modern hayat tarzının yol açtığı hastalıklardan korunmak için, temel bazı
reçetelerin var olduğunu ortaya koymuştur. Bu reçetelerin gerek Kur’ân-ı
Kerîm’de gerekse Peygamberimiz’in (sas) hadîslerinde bir emir, bir yasak veya
bir tavsiye şeklinde mevcut olduğu görülür. Modern hayat tarzının yol açtığı
hastalıklardan korunmak ve daha sağlıklı toplumlar inşa edebilmek için, yapılan
bazı temel tavsiyeler şu şekilde özetlenebilir:
1. Kalori kısıtlaması: Şişmanlık, bugün her tür
kronik hastalığın anası kabul edilmektedir. Şişman erişkinlerin hemen tamamında
en az bir kronik hastalık görülmektedir. Bu hususta piyasaya sürülen ilâçlardan
kayda değer bir tedavi elde edilememiştir. Bazı ilâçlar ölüme kadar varan yan
tesirlerinden dolayı piyasadan toplatılmıştır. Şişmanlık konusundaki
çalışmalar, ‘ne yendiğinden çok, ne kadar yendiğinin’ önemli olduğunu ortaya
koymuştur. Bugün sağlıklı bir hayat yaşamaya vesile olabilecek tek ilmî
hakikat, kalori kısıtlamasıdır.1
Posalı ve lifli yiyeceklerle beslenmek, az yemek, hareketli
bir hayat sürmek şişmanlamayı ve kronik hastalıklara yakalanmayı engellemeye
vesile en önemli tavsiyelerdir. Neyin ne kadar yenmesi gerektiği konusunda
yapılan binlerce tıbbî çalışma, Peygamberimiz’in (sas), ‘midenin üçte birinin
yemeğe, üçte birinin suya ayrılması, üçte birinin de boş bırakılması’ prensibi
kadar kapsamlı bir çözüm ortaya koyamamıştır. Ayrıca, iyice acıkmadan sofraya
oturulmamasını ve doymadan kalkılmasını tavsiye eden Peygamberimiz’in (sas)
kepekli ekmek yemeyi tercih ettiğini biliyoruz.
Fasılalı açlık (intermittent fasting) olarak bilinen
beslenme tarzı da, orucun fizyolojik yanıyla benzerlik taşır. Sağlıklı bir
hayat sürmek ve hastalıkları tedavi etmek için kullanılan fasılalı açlık,
Avrupa ülkelerinde (bilhassa Almanya) ‘tabiî tedavi’ kliniklerinin en önemli
metotlarındandır. Bu tedavi, bir gün üç öğün yeme, ertesi gün sabah ve akşam
dışında hiçbir şey yememe şeklinde münavebeli olarak uygulanır. Fasılalı açlık
üzerinde araştırma yapanlar, bu tedaviye benzer bir durumun İslâm’da ibadet
olarak yer aldığını duyduklarında hayretlerini gizleyememişlerdir. Açlık
dönemlerinde başta sindirim sistemi olmak üzere, vücutta son derece önemli
bakım ve tamir hizmetleri icra edilir ve hücre yaşlanması yavaşlar. 2
Çok yemeye ve şişmanlığa bağlı olarak artan serum
kolesterol miktarları, kan damarlarının içini döşeyen hücrelerin (endotel)
hasarlanmasında önemli bir risk faktörüdür. Genel kanaatin aksine yiyeceklerle
alınan kolesterolün kan kolesterolünün yükselmesinde az tesirli olduğu
gösterilmiştir. Kan kolesterolünü yükselten en önemli unsur çok yemektir. 3
Kolesterol, vücudumuzdaki hücreler tarafından da üretilir. Bu sebeple yediğimiz
gıdalarda kolesterol olmasa bile, çok yeme, vücudumuzda kolesterol sentezini
uyarabilir. Bu da kandaki kolesterolün artmasına yol açar.
2. Uykunun önemi ve düzeni: Uyku, insan vücudunun
oksijen, su ve besinlerden sonra gelen en temel ihtiyaçlarındandır. Ana uyku
için en uygun periyot, gecedir. İnsan vücudunda iradedışı çalışan bir otonom
sinir sistemi mevcuttur. Bu sistem iki ayrı bölümden oluşur. Aydınlıkta aktif
olan sempatik sistem; beden ve zihin çalışmaları için gerekli alt yapının
hazırlanmasına vesile olur (meselâ kan şekeri seviyesinin düzenlenmesi, kan basıncının
ayarlanması, çalışan vücut bölümlerine daha fazla kan takviyesi yapılması
gibi). Karanlıkla birlikte bu sistem, yerini parasempatik sisteme bırakır. Bu
sistem ise, vücudun dinlenmesinde, gün boyu boşalmış enerji depolarının
doldurulmasında, biriken atıkların vücuttan uzaklaştırılması için gerekli
düzenlemelerin yapılmasında ve hasar görmüş hücrelerin tamiri için uygun
ortamın hazırlanmasında vazife görür. Bu dönemde kan şekeri, kan basıncı ve
uyanıklık derecesi düşer ve vücut hücreleri yenilenir. Gece boyu aktif olan bu
sisteme, beyinden salgılanan ve kendine hayatî vazifeler verilen melatonin
hormonu da eşlik eder. Geceleri uzun zaman aydınlıkta kalınması, uyku düzeninin
bozulmasına bağlı hastalıkların oluşmasına yol açar. 4 Melatonin
daima karanlıkta sentezlenir, kana salınır ve hücrelerin içine girerek
vazifesini icra eder. Eğer kişiler aydınlıkta uyur veya geceleri uzun süre
aydınlığa maruz kalırsa, melatonin az salgılanır ve vazifelerini sağlıklı
şekilde icra edemez. Geceleri yeterli süre uyunmaması, bilhassa yüksek tansiyon
ve şişmanlıkla yakından ilgilidir. 5 ABD’de yapılan toplum tarama
çalışmaları, geceleri televizyon seyretme süresi ile uzun süre aydınlığa maruz
kalmanın kronik hastalıklarla doğrudan bağlantılı olduğunu göstermiştir. 6
Kur’ân-ı Kerîm’de de ifade edildiği gibi, istirahat asıl
olarak karanlıkta yapılır. Günü namazlar ile taksim eden dinimiz uyku için,
yatsı ile sabah namazı arasındaki karanlık vakti tavsiye etmiştir. Uyku kadar
önemli olan ikinci bir husus da, aydınlık ve karanlık periyodun başladığı
saatlerde (kerahet vakitleri) uyumamaktır. Bu vakitlerde uyunması yukarıda
bahsedilen otomatik sinir sisteminin çalışma düzenini ve melatonin ritmini
bozar. Zîrâ bu iki dönem sempatik ve parasempatik sinir sistemlerinin devir-teslim
yaptıkları dönemlerdir. Bu sebeple uykunun süresi kadar vakti de sağlık
açısından son derece önemlidir. Peygamberimiz’in (sas) sünnetlerinden olan öğle
vaktinde kısa süreli kaylule de sağlık açısından büyük önem arz eder.
Araştırmaların oldukça faydalı olduğunu gösterdiği bu kısa uyku, bazı ülkelerde
bazı şirketler tarafından uygulanmaktadır.
3. Aile huzuru: Sıhhatli bir hayata ve sağlıklı
yaşlanmaya katkısı oldukça fazla olan unsurlardan biri de, aile ortamında
büyümek ve bir aile kurarak istikrarlı hayat sürmektir. Bilhassa geniş
ailelerde (büyükbaba ve büyükanne ile birlikte) yetişen çocuklar, hayatın
sıkıntılarına karşı daha mukavim olmakta ve psikiyatrik hastalıklardan
korunmaktadır. Çocuk sahibi olma da, hastalıklardan korunmada önemli faktördür.
İslâm’da evlenmek ve çocuk sahibi olmak teşvik edilmekte, boşanmak ise hoş
karşılanmamaktadır. Tıbbî çalışmalar, ciddi problemleri olmayan bir evliliği
bitirmenin, korumaya gayret etmekten çok daha büyük streslere yol açtığını
göstermiştir. Son çalışmalar, aile ortamında birlikte yemek yemenin sağlık
üzerine büyük faydaları olduğunu ortaya koymuştur. Aileyle birlikte yenen akşam
yemeği, başta endorfin denen güçlü ağrı kesici kimyevî maddeler olmak üzere,
sindirim sistemi ve beyinde fertlerin beden ve ruh sağlıkları üzerine müspet
tesirleri olan pek çok hormon salgılanmasına vesile olmaktadır. Çocukların aile
ortamında dinî değerlerle büyütülmesi, onların sağlık üzerinde menfî neticeler
doğuracak kötü alışkanlıklardan uzak kalmaları açısından da ehemmiyet arz
etmektedir. 7
4. Psikiyatrik hastalıklar: Depresyon, sanayileşmiş
ülkelerde en büyük sağlık problemidir. Beslenme ve barınma gibi temel
ihtiyaçlar açısından ciddi problemler olmamasına rağmen, bu ülkelerde depresyon
sıklıkla görülmekte, tedavide kullanılan ilâçlar da genellikle her iki hastadan
birinde işe yaramamaktadır. Depresyon, bunalım, sıkıntı gibi rahatsızlıklarda
beyinde bazı ‘biyokimyevî’ değişiklikler olur; ancak bunlar birer hastalık
sebebi olmaktan ziyade, hastalığın beyin denen sahnedeki yansımalarıdır.
Mânevî yönüne ehemmiyet veren, başkalarına yardım eden,
hayır işleriyle uğraşan, başkalarının dertleriyle ilgilenen kişilerin bu tür
hastalıklardan büyük nispette korundukları bilinmektedir. Bu tür faaliyetlerle
uğraşan fertler, ruhen huzurlu olmalarının bir neticesi olarak psikiyatrik
hastalıklardan korunmaktadır. Yaratıcı’nın, kulları için her zaman iyi ve
hayırlı olanı takdir ettiğine, hayatın getirdiği sıkıntıların insanın
olgunlaşması için birer imtihan ve basamak olduğuna, ölümün bir son değil, yeni
bir başlangıç olduğuna inanmak aklî melekelerin ve kalb selâmetinin
korunmasında mühim bir unsurdur. 8
5. Yaşlanmanın tesirlerinin azaltılması: Yaşlanma,
tabiî ve önlenemez bir süreçtir. Her şeyin yaşlanacağını ve nihayet öleceğini
biliyoruz. Onbinlerce araştırmacı yaşlılığın geciktirilmesi için, yıllardır
çalışmaktadır. Denenen onlarca metodun hiçbiri müspet netice vermemiştir. Dr.
Harman’ın ortaya koyduğu ‘yaşlanmanın sebeplerinden biri olan oksitlenme’9
teorisi, son yıllarda milyonlarca insanın besinler yoluyla daha çok tabiî
antioksidan almasına ve antioksidan ilâçların daha çok tüketilmesine yol açmış;
ancak yüksek miktarda ilâç almanın hiçbir ek faydası görülmemiştir. 10
Antioksidan ilâç ve vitaminler (E ve C vitamini) de dâhil olmak üzere, hiçbir
diyetin ortalama ömrün uzamasına vesile olmadığı bilinmektedir. Bugün
itibariyle yaşlanmanın zararlı tesirlerini azaltmanın yolu, hayat tarzından
geçmektedir. Bu tavsiyeler; az yeme, beden ve zihin olarak mümkün olduğunca
faal yaşama, 5-6 saatten fazla veya az uyumama, düzenli bir hayat sürme
şeklinde sıralanabilir.
Netice itibariyle, her yıl Pubmed adlı tıbbî veritabanında
yayımlanan yüzbinlerce çalışmanın neticeleri, İslâm’ın hayata hayat veren
düsturlarıyla örtüşmektedir. Bediüzzaman Hazretleri’nin ifade ettiği gibi, “Zaman
ihtiyarladıkça Kur’ân gençleşmektedir.”